30 Ocak 2010 Cumartesi

Kayıp Kelebek Ruhları

"Kelimelerin bittiği yer, insanın düşünceleri altın harfler olarak gördüğü yerdir." dedi mavi kelebek. Gözleri kapalıydı her zamanki gibi. Gri kelebek soğuk bir sesle konuştu; "Evrenin sonsuzluğu ancak hayallerle karşılaştırılabilir." Hayaller yerine hayallerimiz demek isterdi gönlü, ama onun hayalleri sonsuzluğun yanında küçücüktü, beyni bu gerçeği reddedemezdi. "Keşke kırmızı kelebek gibi sınırsız hayaller kurabilseydim." diye düşünmekten kendini alamadı.
Çok özendiği kırmızı kelebekse camdan ağaçlara düşüncelerini kazımakla meşguldü. "Görebildiği renkler kadar yaşamı vardır insanın." diye kazıdıktan sonra elindeki yeşil taşı yere bıraktı. Sahi, yeşil kelebek nerelerdeydi? İşte... Rengarenk çiçeklerin ortasında oturmuş atları seviyordu. Birden ileride bir at belirdi. Beyaza yakın bir rengi vardı, krem rengi gibiydi. Kuyruğu upuzundu. Yeşil kelebek onu görünce ayağa kalktı. Bu onun atıydı. Ata doğru hızla uçarken yeşil saçları rüzgarda uçuşuyordu. Atla buluşunca durdular ve yeşil kelebek atın üzerine çıktı. Atla birlikte hızla uzaklaştılar. Bu sırada rüzgar perileri yeşil kelebeğin sesini karanlık ormanın her yerine taşıdı. Bütün ormanda "Özgürlük yalnızca düşünceleri serbest bırakmaktır." cümlesi yankılandı.
Turuncu kelebek rüzgar perilerinin taşıdığı sesi duymaya çalıştı, ama o karanlık ormanın en uzak köşesindeydi. Uzun bir süre çıkışı bulmak için yürüdü, ama bulabildiği tek şey kilitli bir kapıydı. Kapının üzerinde şunlar yazıyordu; "Beni anlayabilene herşeyi veririm". Bu bir şifreydi. Turuncu kelebeğin kapıyı açabilmek için bunu çözmesi gerekiyordu. Biraz düşündü, ve ardından kapıya seslendi; "Senin sınırlarının sonsuzluğu benim maceralarım ve hayallerim için bir sınırsızlık yaratır". Bu sözler üzerine kapı birden beyaz bir dumana dönüştü ve yükselerek ortadan kayboldu. Kapının arkasındaki dalgalı denizi ve kendisini bekleyen eski gemiyi görünce turuncu kelebek gülümsedi. "Deniz beklemez." diye mırıldanarak ilerledi.
Siyah kelebek dev ağaca tırmandı ve kendi kovuğuna girdi. Üst katındaki kovukta yaşayan yarasadan nefret ediyordu. Aynasının önüne oturup simsiyah saçlarını taramaya başladı. Aynadaki örümceği parmağıyla ezip kovuktan dışarıya fırlattıktan sonra saçlarını taramaya devam etti. Gözlerini kapattı. "Bir düşünceyi göremememizin nedeni, onun ürkütücü derecede büyük olmasıdır." dedi. Elindeki fırçayı aynasının önüne koydu ve kovuktan dışarı baktı. Ay çok güzeldi... Güneşi öldürdüğü zamanı hatırlayınca gülümsedi. Başka dünyalarda neler oluyordu acaba.... O dünyalarda hâlâ gündüz var mıyd?...
Güneşin ilk ışıklarıyla beyaz kelebek gözlerini açtı. Kalkıp ağaç dallarından birisine oturdu. Gökyüzüne baktı. Diğer kelebek ruhlarını düşündü. Hâlâ gerçek dünyayı bulamamış, kendi dünyalarında kayıp mı olmuşlardı? Bu beyaz kelebeğe çok komik geliyordu. Hepsi aynı şeyi düşünüyordu, ama farklı dillerde anlatıyorlardı. Oysa hepsinin düşünceleri birleşmeden, tam ve eksiksiz bir gerçeklik oluşamazdı, bu şekilde gerçek dünyaya geçemezlerdi. Gülümsedi. Bir zamanlar yaşlı beyaz kelebeğin renkli ruhları da kayıptı. Ama onlar doğru yolu bulmayı başarmışlardı. "Acaba..." diye düşünmekten kendini alamadı. "Acaba renkleri birleştirmeyi düşündüler mi?..."

16 Ocak 2010 Cumartesi

Kale(m)

Kale(m)de oturmuş düşünüyorum. Rüya görmek Uyku Diyarlarına yakışırmış bir tek. Ben Rüyaları insanların dünyasına getirdim. Kötü müyüm ben? Onları gözlerim olmadan gördüm, onları bedenimdeki deftere çizerek gördüm. Garip miyim ben?..Şimdiyse sanki Uyku Diyarlarına gitmeme gerek yokmuşçasına bedenimdeki defter karşı çıkıyor. Uyutmuyor beni. O kadar güzel ki deftere çizdiklerim... Mürekkep kıyamıyor çizdiklerime, defterden ayrılamıyor. Defterse Renksizlik'e düşmek istemiyor. Sanki benim ellerim çizmemiş gibi, sanki benim ellerimde değilmiş gibi Kalemi(mi) kontrol edemiyorum. Mürekkebin yarattığı yanım bende kalmalarını istiyor hayallerimin, ama ona karşı koyan bir yanım var. Onu Renksizlik yarattı. Biliyorum ki mürekkebi yok ederse başım derde girecek. Biliyorum ki o zaman Uyku Diyarında bile renkleri göremeyeceğim. Ve defter kapanacak, bir daha resim çizemeyeceğim. Çizgileri unutacağım. Kendi sınırlarımda, çizgilerimde hapsolacağım, "sınırsız"a inanmayacağım o sınırların sınırsız olduğunu unutarak. Çirkinliklerle yarattığım güzel fotoğraflarda aradığımı bulamayacağım.Güneşin turuncudan kan kırmızısına dönüşmesi beni düşüncelerimin içinden çekip alıyor. Kale(m)de güneşin batışını izliyorum. Çok hızlı oluyor. Güneş'i tutan ip birden aşağı inerek ipin diğer ucundaki Ay'ı yukarı çıkartıyor. Sonra hava kararıyor ve gökyüzüne yıldızlar atılıyor. Mağralarından çıkan yarasaların sesiyle ürperiyorum. Heryeri kırmızıya boyamak istedikleri belli... Ay'ı da boyayacaklardır eminim.Uykuya dalarken de beni kale(m)den kurtaracak kişiyi düşünüyorum. Bu kale(m)de oturmak çok sıradan artık. Şehri unutmuş gibiyim...