23 Haziran 2010 Çarşamba

Kışın Düşen Yıldızlar

Havada uçuşuyor bembeyaz taneler şimdi. Tüm adımlarımızı yok ediyorlar; hiç yürümemişiz bu yollarda sanki...

Yürüdük mü ki? Hiç gerçekten gördüm mü seni? Hiç gerçekten izledik mi yıldızları el ele? İnsanların bize öyle bakması normal miydi? Gerçekten bize mi baktılar delirmişiz gibi? Yoksa sadece bana mı... Şimdi mi örttün beni bu hiçlikle, yoksa üstümü hiç açmamış mıydım başından beri?..

Duydum mu sesini? Beni çağıran, yumuşacık ama güçlü sesi... Adımı söyledin mi hiç? Adını duydun mu benim ağzımdan, ben acı çekerken... İhtiyacım varken, yalnızken... Duydun mu? Umursadın mı o bağrışları? Nerde peki? Nerde şimdi beni yatıştıran gözlerin? Karlar mı örttü üstlerini diğer her şeyin gibi? Anılarımız gibi... Birlikte boşa harcadığımız tüm o tik-taklar gibi!  Hiç yaşanmamış ilkler gibi, yalanlarım gibi, sahte mutluluklar gibi, vaat ettiklerin gibi!! Hayallerim gibi! Benim gibi...

Karların altına gömülüyorum şimdi. Herşeye rağmen saf, huzurlu...

Her şeye rağmen umutlu. Kulaklarımda senin şarkınla... "...I still hold your hand."

22 Haziran 2010 Salı

Yanık Sular

Gözlerin, incecik bir çizgiye dönüşmüş aya döner.

Geceyi yaralar bakışların, tüm kanı üstümüze boşalır.

Saçlarımı boya o kanla kırmızıya. Ateş kadar büyük, yakıcı; ama herşeye rağmen çekici olsun.

Dudakların denizle buluşur benim dudaklarım yerine...

Sonsuz sular senin olur o anda.

O sularla yeni bir ruh yarat bana; derin, gizemli, buz gibi...

Ellerini tutar sert duvarlar benim yerime.

O duvarlarla koru bedenimi. Koru ki ruhumla yok olmasın saçlarım. Hep ilk gördüğün kadar güzel kalayım...

Koru ki bozulmasın büyü. Kaçama benden hiç...

21 Haziran 2010 Pazartesi

Anlamsızlık

Kaçıyorum gözlerimi kapayarak.

Kulaklarımdaki perdenin hiçbir anlamı yok şimdi. Çünkü sana geliyorum... Senin sessizliğinde kaybolmak için koşuyorum.

Öyle bir yerde ki hayatın... Oraya gelince insanlara söylenebilecek tek bir şey kalıyor.
"Elveda."

Ben de söylüyorum. Hiç düşünmeden... Herkesin hikayesini atıyorum ateşin içine, sayfa sayfa. Kararıp buruşmalarını izliyorum kapkaranlık duygularla. Parça parça olup, minicik kelebekler gibi geceye doğru yükseliyorlar en sonunda...

Bana kendimi suçlu hissettiren bir şeyler var, birini sevmenin, diğer herkesi onun için feda edebilmek demek olduğunu bildiğim halde...
Sen o yanan sayfaların hiçbirini hak etmiyorsun; belki de bu, bana kendimi bir katil gibi hissettiren.

"Hayat adaletsizdir" demiştin oysa... İnanmamıştım.

"Birinin hayatına girmek, bir diğerine veda etmeyi gerektirir birçok şeyi de kendinle birlikte götürerek... Sevmek adaletsizdir." demiştin... Hiçbir zaman anlayamayacağımı sanmıştım.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Hissedecek bir şey kalmamışken...

Gözlerini aç.

Şimdi olmaz... Şimdi ağlayamazsın hissedecek hiçbir şey kalmamışken.

Şimdi ağlayamazsın kararını çoktan vermişken...
Ağlarsan düşersin.

Düşmek için değil, düşürmek için yürüyorsun bu yolda.

Kanatlanıp uçamazsın.

Uçarsan kaçarsın.

Uçarsan yaşarsın.

Sen yaşamak için değil, ölmek için buradasın.

Konuşamazsın hakkın yokken...

Kimse öğrenmemeli kirli gerçekleri.

Kimse bilmemeli karanlık zaferimizi...

Arkana bakamazsın.

Sevdiklerinin elinden tutamazsın onlar ölürken...

Sen her şeye göz yummak için açtın gözlerini.

Kimseye acıyamazsın.

18 Haziran 2010 Cuma

Pembe Masallar

Ölümün sessizliği kaplamış her yeri...
Ateş fısıldar küllerin arasından son sözlerini.
"Anılar... Yalanlar... Onlar unutulmazlar."

Güneşi denizin dibine batırır balıkçılar. Âşıklar mutlu, âşıklar yalnızlar... Yansıtamaz deniz gökleri. Kırılmış gündüzle gece...
Ressamların sesi her yerde.
"Siyah boya... Lambalar. İşte gece, işte yıldızlar..."

Ninniler direnir, uyumazlar.
Ay kendine güvenir yine.
"Bir göz bandı. Biraz yalan.Ve herkese iyi uykular..."

Acılar gelir, acılar geçer... Simsiyah kediler gülümser... Köpekler kedileri yer... İntikam kedilerin gözlerini örter.
Simsiyah kediler gülümser...
Simsiyah kediler yine gülümser...
Daha çok gülümser... Daha çok gülümser...
Simsiyah kediler sadistçe gülümser.

Yarasalar mağralarından çıkar. Sonra denizin karanlık tarafına dalar. Yeşil kuyruklu deniz kızı onlarla birlikte ayı yenmek için kaçar.
Masallar yeşil kuyruklu deniz kızını sever...
Mavi gölgeler masallarda yaşar...
Beyaz kelebekler masallarda uçar. Uçar, uçar, siyah boya ve lambalara kanar...
Uçar, uçar, kül olmuş ateşte yanar...

Masallar mutlu sonla biter. Ay, masallardan nefret eder.

Sonra bir şeyler olur, çocuklar güler.

En sonunda masal hep kedileri mutlu eder...

Yeni Güneşler...

"Bazen görünmez olursun..." demişti güneş bana. "Bir şekilde kaçarsın benim ışığımdan. Kimse görmez ne yaptığını, istediğin şekilde davranabilirsin istediğin yerde..."

Bazen birisi gelir, gölge olur harflerin için. Konuşursun duymaz kimse. İstediğini söyleyebilirsin haykırarak.
Bazen karanlığı getiren o bulutlar seni özgür kılar...

Devlerin dünyasında kaybedersin bazen kendini. Kocaman mercekleri vardır senin fikirlerini çok daha büyük gösteren...

Kendi içinde yağmura yakalanırsın arada sırada. Acılar korkar ıslanmaktan o zaman, bırakır giderler seni...

Ayna bulamazsın heryerde kendini güzelleştirmek için... Sonra biri seni kandırır hâlâ güzelsin diye, cidden inanırsın. Mutlu olursun nedensiz yere... Mutlusundur sonuçta.

Ateşten korkarsın sana çok yakın olduğunda. Oysa hep yakınırsın karanlıkta kaldığın için...

Kimse seni tanıyamaz bazen... Böylece her gün yeni bir yerde uyanırsın. Yeni yalanlarla, merceklerle, isteklerle...

Yeni bir güneşle, arkasına saklanacak yeni gölgelerle.

9 Haziran 2010 Çarşamba

Savaş Biter Sonunda

Toprak damlalara kavuşuyor sonunda... Heryer sessiz, herkes bekliyor... Karanlıklar kanatlarını takıyor savaş için. Mavi gölge uçurumun kenarında bembeyaz bir kelebekle.

Bazen anlamazsın... Bazen olmaz. Defolup gitmek gerekir bazen, önemsemezsin.

Hızlanıyor beyaz kelebeğin kalp atışları.. Her şeyin bittiği yerdeler artık.

Kimse olmaz yanında. Dünyayı karşına alırsın tek bir damla için bazen... Bazen... Bazen düşmek nedir, onu anlarsın.

Karanlıkların kanatları müziği boyayıveriyor siyaha... Mavi gölge yalnız. Mavi gölge cesur. Mavi gölge yaşıyor.
Mavi gölge ölecek...

Kendini feda eder misin gökyüzünün küçücük bir parçası için? Kendini feda eder misin bir saniyelik özgürlük için?

Düşüyor denize doğru Beyaz kelebek... Artık sihirli kanatlar yok, güzellik yok. Mavi gölge yok artık, soğuk bakışlardan başka hiçbir şey yok yanında...

"Mavi gölgenin ölümü..."
"Hayır."

Huzur... Buz gibi bir huzur sarıyor her yerini beyaz kelebeğin. Çırpınma, endişe, güç... Hiçbiri yok artık. Artık korku dolu anılardan başka hiçbir kötülük yok. Sonsuzluk var şimdi önünde. Bomboş bir sonsuzluk... Hiçlik belki. Bilmiyor...

En acısı da senin için ölmüş birini asla hak ettiği kadar sevememektir.

Buğulu bir koşuşturmanın arkasından o kadar sade görünüyor ki savaş. Mavi gölge uçuyor, sonra düşüyor... Hareket edemiyor... Seviyor... Görüyor, ama dokunamıyor. Teslim oluyor, ama içindeki isyanı dindiremiyor...

Sonunda herkes hisseder hiçliğin ağırlığını...

Sonunda hep karanlıkla tanışır gölgeler...

Gün biter hep, bir kelebek daha ölür...

8 Haziran 2010 Salı

Masumiyet

Güçsüz, zayıf... Öylece teslim olmuş geceye, duyguları sönmüş... Zar zor hayatta kalan bakışlarınla simsiyah kanatlarımı izliyorsun. Söyleyecek tek bir kelime bile yok. Haklı olan yok, kimse yok... İkimiziz. Beni affetmemen için dua etmekten başka bir şey yapamıyorum... Lütfen, affetme bu kez.

Anlamıyorsun ki... Göremiyorsun ellerimden akan kanı. Gözlerini öyle sıkı bağlamışım ki fark etmeden, karanlığımı bile göremiyorsun. Ellerimi bırakman için yalvarıyorum... Bırakmıyorsun. Bırakamıyorsun... Belki de ben izin vermiyorum gizlice. Belki de bedenim esir olmuş senin sönük ışığına. Kanatlarımı kırmış hıçkırıkların... Uçamıyorum, kaçamıyorum. Çıkış yok. Her yer kapalı artık... Sonsuza kadar ölmeye mahkumuz, tekrar ve tekrar...

Bağırıyorsun... Duyamıyorum incecik camın ötesinden. Dayanmanı söyleyebilsem keşke... Dayanamıyorsun. Yine işkence ediyorsun kendine. Senin suçun olduğunu sanıyorsun... Görmelisin! Görüyor olmalısın!

Sen masumsun...

5 Haziran 2010 Cumartesi

Bile...

Sönüktü gözlerin o gece. Yıldızları serpiştirmediler yine denize... Simsiyah bir alev esir alıverdi gökleri o ışık olmayınca, sen üşüdün... Çok üşüdün. Birileri sonsuzluğu fısıldamıştı rüzgara, sadece senin duyabileceğin bir sesle. Masken kırıktı her zamanki gibi, en ufak bir sınır yoktu duygularının önünde. 

"Beklerim ben seni..." dedin rüzgara. "Sonsuza kadar olsa da, beklerim sonunun gelmesini..."

Ellerini tutamazdı ki rüzgar... Kimse tutamazdı ellerini.

Ay son bir kez çığlık attı simsiyah küllerin arasından. Yıldızlar koşup gitmedi bu gün yardımına... Gözlerin hiç parlamadı bu gün. Belki hiçbir şey göremedin... Belki hiçbir şey göremeyecektin bir daha.

Arkada bıraktı herşey seni. Küller, rüyalar, nice yerler, zamanlar.... Birşey yapamadın gölgelerden gözlerini kaçırmaktan başka. Korkuyordun. Bekliyordun kollarını açmış, sana dönsün rüzgar diye... Sana dönsün şehrin ışıkları.

Herşey uzaklaşırken seni de yakaladı gölgeler sonunda. Sen de nefessiz kaldın. Sen de tattın ölümü o gece...

Kimse tutamadı elinden. Ben bile...

2 Haziran 2010 Çarşamba

Tüm güzelliğini unutturmak için... Kötülükleri silmek için aklımdan... Arkanı dönüyorsun gitmek için. Gece siyah, soğuk... Gözlerinde bir korku, bilinmezlik... Sen de bilmiyorsun gerçekten gidip gitmeyeceğini. Sadece arkandayım... Gözlerimi kapatmışım sana olan güvenimle, ya da ölümün keskinliğiyle.

Tek bir adım. Ve gidersin. Bir daha görmem seni, güzelliğini. Son bir dans için umutluyuz ikimiz de. Son kez uyumla dalgalanması için saçlarımın. Son kez sen olmak için, son kez  sen olup ölmek için...

korkuyorum

Yazarsan Ölürsün

Sonsuz bir rüzgar sürüklüyor bizi... Yapamıyorum ben yine, bırakamıyorum seni. Bir adım daha atamıyorum sen arkamda ağlarken... Bir adım daha atamıyorum seni kıracağımı bile bile...

Yalvarıyorsun. Duymuyorum. Duyarsam, ölürsün.
Ağlamaktan sönmüş gözlerinle bakıyorsun bana acı acı. Görmüyorum. Görürsem ölürsün.
Bir şekilde en derinlerde sakladığım bir kapının deliğinden içeri sızıveriyorsun... İçinde gizli kalmış bir şeyler var, sihirli sözcükler fısıldıyorsun adeta ona... Bu sefer olmayacağını anlıyorum... Bu kez engel olamayacağım ölümüne.
Uyarıyorum seni. Uyarmazsam ölürsün....
Dinlemiyorsun. "Seninle öleceğim ben!" diye bağırıp duruyorsun diğer her çığlığı bastırarak.
İtiyorum seni kendimden geriye... Ne kadar uzağa itebiliyorsam incitmeden.
İmkansızmış bu meğer... Seni incitmeden uzaklaştıramıyorum kendimden.
Ayrılmamızı istemiyor sarı yapraklar. Saat alay ediyor adeta bizimle; bir çizgi daha yüzümüze... Herşeyin, herkesin tam ortasındayız. Ne iyi, ne kötü... Aslında hem iyi, hem kötü. Tam uçurumun kenarındayız...

1 Haziran 2010 Salı

Birbirimizin Duygularıyla Oynarken...

Sıcacık, sımsıkı, hiç bırakmayacakmışçasına sarılıyorum.... Eskisi gibi, bir çocuk gibi... Mutlu gibi, umutlu gibi. Gözlerimi yumup güveniyorum sana. Tüm karanlıklar toplanmış başımızda, dans ediyorlar. Tehdit ediyorlar seni bana fark ettirmeden... Ve bir şeyler kopuyor... Beni suyun üstünde tutan bir şey kopuyor.

Gece mavisi çerçeveleri olan, kırık bir aynanın arkasından izliyor beni yıldızlar... Düşüşümü izliyorlar. Kendini ileri doğru zorla taşımanı bekliyorlar. Ağlamanı istiyorlar, son nefesimi verirken görmeni istiyorlar beni. Yalan söylemeni istiyorlar can çekişen gözlerime bakarak... Daima birlikte yaşayacağımızı söylemeni istiyorlar. Acımasızlar desem; yine yalan. Onlar yalnızca haklılar. Yıldızlar... Yıldızlar sönüyorlar. Son kez kanat çırpıyor tüm siyah kelebekler. Son yaprak da düşüyor gece mavisi, paramparça olmuş denize... Son adımını da atıyorsun yalnızlığın kollarına doğru. Üstümde bir ağırlık, kulaklarımda son bir melodi... Garip bir huzur, hemen ardından korkuyla karışık bir özlem... Öyle çıplak ki tüm duygularım... Öyle güzeller ki masmavi, camdan saçlarıyla... Işık saçan bembeyaz gözleri var beni belirsiz yerlere çekiştiren... Simsiyah, ıslak dudakları var bana seni fısıldayan... Senin gibi, beni saran kocaman siyah kanatları var. Beni isteyen bir şeyler var içlerinde, senin gibi parlıyor adeta. Vücutlarında tanıdık bir his var... Pamuk gibi, kışa dokunmak gibi. Sesin gibi... Bana her sarıldığında içinde hissettiğim o keskin serinlik gibi.

Sen olmak gibi.