12 Ocak 2011 Çarşamba

Çellist

Müzik sesinin geldiği yere doğru yürüdü. Oradaydı adam, koca salondaki tek kişi oydu; en azından kendisi öyle sanıyordu.
Öylesine kendinden emin kavramıştı ki çelloyu... İnsanların yanında böyle değildi oysa. Gülümseyen maskesini takar, duygusuz ellerle notalara dokunurdu. O eller... Ne kadar da zariflerdi o adamın gözlerinin ışığı altında. Neden ama? Neden gözlerindeki parıltıyı saklıyordu bile bile?
Çocuğun kalemi bembeyaz kağıdın üzerinde yumuşakça geziniyordu. Adamın üzerindeki her bir ayrıntıyı yakalamak için bir saniye bile gözünü kırpmadan onu izliyordu. Gözünü üzerinden alması istese bile imkansızdı ya... Bir çellistin bedeninden kopup giden notalarla kavga edişinden daha ihtişamlı gözükemezdi en büyük savaşlar bile.
Çizdiği suratta hata aradı gözleri. Adamın kağıttaki saçları üflese dağılacak gibiydi. Güneşin parıltısı gözlerinin altındaki o gölgeleri aydınlatacak, dokunsa buz gibi teninden acısını hissedecekti sanki.
Şimdi, bu kağıtta çok farklı görünüyordu adam. Tıpkı salonda tek başınayken olduğu gibi... Elindeki her şeyi dışarı fırlatıyordu öfkeyle. Gerçek gözleriyle bakıyordu dünyaya. "Yaşlı" gözlerle...

...(Yaşlı dediysek...)
Gözlerinden akan yaşlara hakim olamayacağının farkındaydı. Bu yüzden sevmiyordu başka insanların yanında çalmayı. Köşede saklanan çocuk... Neden buradaydı hâlâ; daha ne istiyordu ki bir adamın ağladığını görmekten başka?
Ne fark eder, dedi, çalmaya devam etti...

...(Yaşlı dediysek...)
Ben bile yoruldum, diye haykırıyordu çello adeta; sen daha yorulmadın mı adam? Yorulmuştu elbette... Kabullen(e)miyordu sadece.
Tüm pişmanlıklarını biriktirdiği kumbara kırılmış, içindeki her şey bedenine saçılmıştı birden. Çok kez geri dönmek istemişti hayatında, çok kez hata yapmıştı. Ama hata yapa yapa başarmaz mıydı insan? Keşke diye diye kazanmayı öğrenmez miydi? Hayatın kendisi, tökezlemelerde, mükemmelliyetsizlikte gizli değil miydi ya? Evet evet, hayatın tam içindeydi adam. Her saniyesini doya doya yaşamıştı şimdiye kadar. Biraz yaşlandırmıştı bu onu; bakışları silikleşmişti biraz, saçları bembeyaz örümcek ağlarına mağlup olmuştu. Tüm bunlara rağmen acısının bu kadar genç oluşuna şaştı...
Aklını düşünmeye zorlamayı bıraktı. Bir soruyu buruşturup köşeye attı yine... Belli belirsiz bir tebessümle çalmaya devam etti.

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Aşkım, senin yazılarının çok sıkı takipçisiyim. hangi mesleği seçersen seç, mesleğinin yanında muhteşem bir yazar olacağından eminim.
Yazılarını zevkle okuyorum. Ve seni çok seviyorum. Bir tanem.
Muki

Rider dedi ki...

Çok teşekkürler Mukicim :)