2 Kasım 2010 Salı

On Üç Mum

Kollarını dolamıştın bana... Siyah eldivenlerimizdi ellerimizle birlikte tüm duygularımızı ayıran. Gizlice birbirimizi öldürüyorduk yalnızlığımızla. Dokunamamanın acısından kalan izler yüzümüzü esir almış... Buz gibi, taze bir rüzgar gezindi saçlarımızda. Mumlara umutla üfleyen o çocuğun inadı vardı soğukluğunda... Ürpermiştim söndüreceği mumları sayarken, gülümsemiştin.

"Bana güveniyor musun?" diye sordun birden.
"Her zaman."
"Ben burada olmasam da mı?"
"Evet..."
"..."
"Kim bilir, belki de yalnızca boş yastığıma güveniyorum..."

İç çektin...
Yine ürperdim, tüm mumları senin iç çekişin söndürmüştü sanki. 

"Seni bu uçurumdan aşağı itsem de mi?" Yine ifadesizdi soluk yüzün...
"Evet."
"Elinden tutmaya çalışmasam düşerken de?"
"Sana yalnızca güveniyorum..."

Nedeni de yoktu, mantığı da.
Ayaklarımızın altında denizin, tüm kelimelerimizi tekrar tekrar fırlattı kayalara. 
Ayaklarımın altında deniz... Tüm kelimeleri fırlattı kayalara, geçmişin fotoğraflarını fırlatırcasına camdan aşağıya... 
Ürperdim ben yine, söndürecek mum kalmamasına.

" 'Atla,' desem, 'aşağıya!'... Güvenir miydin yine bana?"
"Boş yastığıma da olsa... Ben yalnızca güveniyorum."

Kolların rüzgarda dağılan yapraklar gibi binlerce parça... Gözlerimin önünde deniz...

Yine ürperdim ben... Mumları sayacak zamanım olmamasına.



Hiç yorum yok: