30 Kasım 2010 Salı

Onlar

Gözlerini kitabından sıyırıp karşıya yöneltti. Adam tüm deli edici, karmaşık kağıtları masasına yığmış, rahatça kahvesini yudumluyordu. Boş boş caddeyi tarayan gözleri soğuktu.
Kendini kitabını okumaya zorladı yeniden... Silahsız bir şekilde savaşın ortasına dalmaktan farksızdı bu, kaybedileceği kesindi.

...en büyük korkusuyla yüzleşmek adına çıktığı yolculuk için harika bir sondu ilk adımını attığı kaldırım taşı. Planlanmış gi...

Harflerin aralarındaki boşluklara daldı gözleri. O adam kadar umursamaz olmak isterdi şimdi, herkesin yüzüne bakıp hiçbirini görmemek gerçekte...

Saatine baktı. 20:20. Belli belirsiz gülümsedi, kahkahalar çınlıyorken içinde. 20:30da kalkabilirdi.. Ya da...

Başını kaldırdığında adamla göz göze geldi birden. Sadece bir saniyeydi, belki daha az... Şimdi, aklına hücum eden saçmalıklar topluğuyla başa çıkmaya çalışırken gerçekten de bakıp görmemeyi isterdi.

...

20:17
Birkaç dakika sonra kalkarsa en sevdiği diziye yetişebilirdi. Kahveden bir yudum daha...Kahve içmemesi gerekiyordu. Panik atak krizlerine ilaveten kalp çarpıntıları da eklenince pek de hoş bir bütün oluşmamıştı.
20:18

20... 18... 2... Kes şunu. Kes.

Önünde uçuşan binlerce gereksiz düşünceyi sileceğini umarak gözlerini ovuşturdu. Uykusuzluk onu mahvediyordu. Hiçbir şeye odaklanamadığını hissediyordu. Ve bu sabah üç gün boyunca onu idare etmesi için tanrıya yalvardığı iki dakikalık ayakta uykusunda gördüğü kabus, uykusuzlukla uyku arasında seçim yapmayı zorlaştırıyordu.

Uyuduğundan emin bile değildi aslında, ki bu daha da beterdi... Halüsinasyon görmeye başlamış olabilirdi.

Doktorlardan nefret ediyordu... Her gün "Neyin var, kötü görünüyorsun?" diyen insanlardan da nefret ediyordu...

Neyim var biliyor musunuz; başımda sizin gibi gerizekalılar var!!! Neyim var biliyor musun doktor, uyuyamıyorum!! Hadi sen de "Süt iç geçer." de!! Hadi önce kendini tedavi etmesi gereken sevgili psikiyatrist, sen de on üç farklı ilaç yaz, yazdığın şeyin ne b.k olduğunu bile bilmiyorum nasılsa!! Siz de "Uykusuzluktan ölmezsin!" diyin!! 

Gözlerini masadaki dağ gibi kağıt yığınından uzak tutmaya çalışarak kahvesini masanın kenarına koydu. Gözünden yaş gelene kadar gülmemek için kendini zor tuttu; hâlâ bardağın düşüp düşmeyeceğini delicesine merak eden küçük çocuktu resmen.

Tabi ya; uyku düzeni bozulmuş, kalbi bedenine küsmüş, biraz da endişe yıpratmıştı saçlarını; o kadardı onu bir çocuktan ayıran.

Karşısındaki masadaki kızın arkasında oturan yaşlı kadına baktı. Bembeyaz saçları, titreyen elleriyle tuttuğu gazetesi... Tüyleri diken diken oldu birden.

20:20
Kalkmak için doğru bir zaman olabilirdi.

Hâlâ saklıyordu kendinden sayılarla ilgili takıntısını, ve daha bir sürü mantıksız şeyini... 

Hiç yorum yok: