13 Kasım 2010 Cumartesi

Rayların Üstünde

(Bunu da dinleseniz fena olmaz; http://fizy.com/s/1mfydj )

Trenin sesi, cama çarpan yağmur ve camın arkasından gerçek gücü görünmeyen rüzgarın hafif ıslığıyla huzur verici bir uyum sağlamıştı.
Nemli bir buğuya yenik düşmüş cama başını yasladı. Hep vardı kendisi gibi yalnız biri, iki dilim kalp şeklinde pasta sipariş edip tek başına yiyen... Peki onlar da saymaya çalışıyorlar mıydı kaç yalnız kişinin yaşadığını? Kalp atışlarını dinleyip, merak ediyorlar mıydı kaç kişinin kalbinin aynı hızda attığını? Kaç kişi şimdi onunla aynı soruları soruyordu kendine... Kaç kişi bunu da merak ediyordu peki?
Çekip gittiği evini hatırladı içindeki buz tutmuş anılarla birlikte. Kocaman odasını hatırladı, küçücük olmasını dilediği... Ulaşamadığı köşelerinin bu kadar soğuk olduğu büyük bir odadansa, zar zor sığdığı sıcacık kutu gibi bir evi tercih ederdi. Her şeyin küçücüğünü severdi o...

Ruhunun bile... Yaktığı tek bir mumla aydınlatabilmek isterdi her köşesini.

Gözlerini dışarıya dikti. İncecik ağaçların dehşet içinde savrulan dallarında tek bir yaprak bile yoktu. Koskoca bir dünyada hayata sarılmış tek bir insan kalmamış gibi... Yıldızlar yerine şimşeklerin ışıldadığı bu gecede her şey solmuştu tüm gücüyle birlikte. Gözünün önüne zarifçe düşen bir tutam saçı kaldırmaya bile mecali yoktu.

Silik ve sessiz rüyalarına dalarken belli belirsiz aklından kayıp gitti sorular.

Kaç yeni güneş doğacak yarın, kaç yeni güneş batacak?...


Tik taklar bile saymayı bıraktı geride kalan rayları... Saati durdu nedensiz yere.

Önemli olan güneşin doğduğu gibi batıyor olduğu değil miydi sadece?

Hiç yorum yok: