25 Nisan 2010 Pazar

Paris

Sabah erken saatte, daha güneş yeni yeni doğarken uyanmayı seviyorum. Hele de evde yalnızsam...

Pencerem çok güzel gözüküyor. Bir masalın içindeymişim gibi hissediyorum. Sanki masallarda gerçekten yaşıyormuşum gibi...

Güneşin doğuşuyla odamın siyah duvarları renkleniyor adeta. Eksik olan tek şey... Müzik.

"Paris" şarkısı çalmaya başlayınca neşeleniyorum, üşengeçliğim geçiyor. Su ısıtıp şeftalili, iğrenç renkli zayıflama çayımı yapıyorum kendime. Sonra da "zayıflama çayıyla birlikte tatlı bir şey yersem zayıflama çayı tatlının etkisini yok eder ve kilo almam" mantığıyla çikolatalı kurabiyeleri mideye indiriyorum. Zayıflama çayının yarattığı karın ağrısı; işte bu da gerçekten yaşadığımı hissettiren başka bir şey.

Kuş seslerini duymak için camı açıyorum. Kuş sesi yok, ama sorun değil. Geçen gece indirdiğim meditasyon müziklerinde bolca kuş ve diğer hayvancıkların sesinden var.

Anime mi izlesem, kitap mı okusam, yoksa yalnızca öylece müzik dinleyerek otursam mı?.. Mutlu olduğumda vermem gereken en zor karar bu.

Kırmızı gözlüğüm... Onu seviyorum. İnsanların bana bakmasını da seviyorum. Kırmızı gözlüğüm insanların bana bakmasını sağladığı için sanırım kırmızı gözlüğümü daha çok seviyorum; işte bu da mutlu olduğumda düşündüğüm en karmaşık şey.

Müziksiz hiçbir şey yapamıyorum. Sanki duygular müzik olmayınca yok oluyor. Yani en kısa zamanda kesintisiz müzik dinlemenin bir yolunu bulmalıyım. Okulda dersleri neden klasik müzik dinleyerek işlemiyoruz ki? Klasik müzik konsantrasyonumu artırıyor.

Kulaklarım olmasaydı gerçekten çok zorlanırdım. Gözlerim olmasaydı da... Ve dokunamasaydım... Aslında bu üçü birbirine bağlı gibi. Göremeyince sanki duyamıyorum, duyamayınca sanki göremiyorum... Ama duyularımı en çok kilitleyen şey dokunamamak. Dokunamayınca sanki hiçbir şey hissedemiyormuşum gibi... Göremiyor, duyamıyormuşum gibi...

Mor, kabarık etekli, kırmızı şapkalı, Paris'te yaşayan bir ressam olabilirdim. Ama kırmızı gözlüklü, pembe kalpli pijamalı bir öğrenciyim. Yine de umudum var, Paris'e gideceğim...

Fikirlerim sürekli değişiyor. Az önce mor etek giymek istiyordum, şimdi ise turuncu...

Piyanoyu seviyorum. Kesinlikle kendimi ifade etmemi sağlıyor. Daha yeni başladım ve do-re-mi'nin farklı kombinasyonlarını çalmaktan ileriye gidemiyorum ama yine de tuşlara basmak beni rahatlatıyor. Yine de... Gitar da çalmak istiyorum. Gitar bana duygusuz geliyor, evet... Ama... Ama... Çalmak istiyorum işte.

Müzik dinlemeden yazılarımı okuyunca hiçbir şey ifade etmiyorlar. Ne kadar garip...

Keşke sesim güzel olsaydı.

Hiç yorum yok: