11 Aralık 2010 Cumartesi

Hal Hatır

Rüzgarın öfkesi onu ürpertmişti. Kapıyı açıp çıkmak çok da zor olmazdı, ama fırtınalı bir gece dışarıda yalnız kalmak için yanlış zamandı. Başını sert koltuğa dayayıp gözlerini kapadı. Arabanın camına öç alırcasına çarpan yağmur damlalarının korkunç sesi bir şekilde huzur vericiydi. Yağmurlu, rüzgarlı havaları sevmişti hayatı boyunca...
Altında ıslandığı tüm yağmurları düşündü birden. Ne kadar da az hissetmişti damlaları yüzünde. 
Uykusuz gecelere sakladığı çocukça kaçıp gitme hayalleriyle gülümsedi. Onu asıl gülümseten, tüm çocukça şeylerini şimdi deniyor oluşuydu belki de. 
...Ve geçmiş çorap söküğü gibi geldi. Sırf kimse "yıldızlar kadar parlak" olduğunu söylemediği için parla-ya-mayan gözleriyle göz göze geldi koskoca anılar denizinde. Binlerce görüntünün arasında en berrak hatırladığı buydu belki; aynada anlamsız bakan bir çift soluk göz.
Ona ölen balığını anımsatmıştı ilk gördüğünde.
Bir daha da bakmamıştı zaten... 
Hiç kimse güzel olduğunu söylemediği için güzel ol-a-mayan gülümsemesi...
İrkilerek gözlerini açtı. Fazlasıyla sessiz yol arkadaşı üstüne hırkasını örtmüştü.
Buradayım dese ne olur, demese ne...
Oysa o da tatmıştı sırf kimse "buradayım" demiyor diye yapayalnız geçirilen günleri... sırf kimse sormuyor diye nasıl olduğunu bilememeyi...

3 yorum:

Sinem dedi ki...

hepsi bir romandan alınan kısa parçalar gibiler ve birleştirilmeyi bekliyorlar sanırım

Rider dedi ki...

Keşke... Ben denedim, olmadı. Eksikler almış başını gidiyor. Belki önce kendimi birleştirebilsem yapabileceğim bir şeyler...

Sinem dedi ki...

insan ilk önce kendini birleştirebilmeyi becerebilmeli ama gerçek şu ki hiçbir zaman tamamlandım diyemeyecek olmamız o yüzden yarım kalmış yazılar bile ilerde tamamlanacak bir romanın önemli unsurları olabilir!