9 Mart 2010 Salı

Kardanadam

Aynaya baktı Michael. Sol gözü o kadar şişmiş ve acıyordu ki açamıyordu. Burnundan dudağına doğru yavaşça akan kanı defalarca ve defalarca yaptığı gibi yine elindeki kalın beze sildi. Gözyaşları şişmiş olan sol gözünde birikip onu rahatsız ediyordu.
Kapının dışarıdan kilitlendiğini duydu.
"Dışarı çıkıyorum Michael! Saçma sapan bir şeye kalkışma!" diye kükredi babası. O sırada kapıyı babasının üzerine yıkacak kadar güçlü olmak için dua ediyordu kendi özel Tanrısı'na. Bir gün yapacaktı, bir gün yüzünün, annesinin ve ondan geriye kalanların intikamını alacaktı. Annesinden ne kalmıştı ki sahi? Az önce babasının kırdığı bir keman, ve yatağının altında sakladığı bir fotoğraf...

Kemanın kırılmasına çok üzülmüştü Michael. Bir kemanı daha vardı, ama o bunun kadar özel değildi. Bu kırık kemanı eskiden annesi çalıyordu... Aslında Michael'e göre kırılmadan önce de çalıyordu annesi onu; ama Michael'ın bedeninden... Ne zaman kemanı eline alsa pembe ışıklar uçuşurdu gözünün önünde. O masum duyguyu pembeden başka bir şey tanımlayamazdı... Şimdi?.. Artık kırık parçalara dokunduğunda acı çeken bir maviden başka bir şey yoktu...

Dolabını açtı ve eski, delinmiş, simsiyah keman kutusunu çıkardı. Dolapta akordu bozuluyordu hep, ama babasının alıp kırmasından daha iyiydi.

Birkaç bozuk sesten sonra, herşeyin kusursuz olduğuna inandığında gözlerini kapattı ve çalmaya başladı. Annesinin ona uyurken söylediği bir şarkıydı bu. Aslında doğru notalar olduğundan emin değildi, sadece aklındaki o buğulu melodiye benzeyen sesler çıkartmaya çalışıyordu kemandan. Elini her oynatışında bileğindeki morlukları hissedebiliyordu. Kendine engel olamıyordu, sinirlenmemek mümkün değildi. Annesi hep "kar kadar saf bir yüzü" olduğunu söylerdi Michael'a. Ve o lanet olası adam... O adam Michael'in güzelim yüzünü mahvetmişti!!
Hıçkırıklara boğulurken kemanı daha sert ve hızlı çalmaya başladı. Yayı sağlam tutamadığı için çok zayıf ve titrek sesler çıkıyordu. En sonunda elinden kemanı bıraktı ve tekrar aynanın başına gitti. O "saf yüze" baktı. Şimdi kar tanesine benzeyen bir yanı yoktu. Siyah, uzun saçları o kadar karışmıştı ki düz oldukları anlaşılmıyordu. Ve suratı tam anlamıyla "mor"du. Zaten tek gözü de mide bulandırıcı derecede kötü görünüyordu.
Kendini yere attı. Hıçkırıkları onu boğacak gibiydi, ama zaten boğulup ölmek ve annesinin yanına gitmekten başka isteği yoktu.

Hiç yorum yok: