14 Şubat 2010 Pazar

İntikam

Jason durdu. Neden kaçıyordu ki? Onun tek suçu istediği gibi yaşamaktı. Ve o bunu istiyordu; daha çok kan, daha çok acı, daha çok gece... Bu suç değildi, bu ayıp değildi. Bunu herkes onun kadar istiyordu aslında. Evet, Jason'a göre herkesin içinde saklanan sadist bir ruh vardı. Aslında herkesin bir yanı sevdiğine acı çektirmek istiyordu. Herkes sevdiğine acının o güzel tadını hissetmeyi öğretmek istiyordu. Acı siyahtı, evet. Ama siyahın da beyazında içinde aynı renkler olduğunu herkes unutmuştu... İkisinde de aynı tatlar farklı şekillerde sunulmuştu. Bu kesinlikle adil değildi. Jason yalnızca Amelia'ya acıyı tattırmıştı, bu kesinlikle suç olamazdı. Yalnızca günahtı.
"Ruhunu cehenneme kapattın dostum..." dedi Ronald. Ne zamandan beri öyle Jason'ın arkasında dikiliyordu?
"O yüzden mi kendimi bu kadar iyi hissediyorum?" diye sordu Jason alaycı bir tavırla. Kendini nasıl hissediyordu? Gerçekten iyi miydi? Ya da iyi mi hissetmesi gerekiyordu?
"Bazen seni anlamıyorum Jason..." Ne tesadüf, Jason da Ronald'ı anlamıyordu. Ronald Jason'ın çok eski bir arkadışıydı -Jason'la tanıştıktan sonra beş yıl hayatta kalabilen tek arkadaşı. Ama Ronald yıllar içinde çok değişmişti. Sıradanlaşmıştı. Artık Jason'ın onunla paylaşabileceği bir şey yoktu.
Jason bir kez daha Ronald'a baktı; belki onu bu sıradanlıktan kurtarmak için bir şey bulabilirdi. Hayır, sarı, yamuk yumuk kesilmiş saçları, boş bakan küçücük gözleri ve boyundan büyük göbeğiyle kesinlikle umutsuz görünüyordu. Aynı anda Ronald da Jason'ı inceliyordu. Onu anlamaya çalışıyordu. Jason'ın siyah upuzun saçlarıyla yüzünün yarısını kapatması Ronald'a saçma gelmişti hep... Bunu dikkat çekmek için yaptığını düşünüyordu artık. Oysa Jason'ın çok farklı nedenleri vardı. Herşey ilk arkadaşı Clamentine'le ilgiliydi... O zaman daha on dört yaşındaydı Jason. Clamentine'e onu incitmeyeceğine dair en sevdiği şey üzerine yemin etmişti; yani yüzünün sol yarısı üzerine... Sonra Clamentine Jason'a ihanet etmişti, Jason da intikam almıştı. İşte o zamandan beri Jason'ın yüzünün sol yarısı saçlarıyla kapalıydı. Bunu kimseye anlatmıyordu, çünkü insanlara saçma geleceğinden emindi. Bu daha çok, sembolik bir şeydi.. Jason yaşadıklarını sadece kendi anlayabileceği şekillerde vücuduna "çizerdi". Bu onun motivasyonu gibiydi. Olaylardan çıkardığı dersleri hatırlamasını sağlardı.
Ronald'ın arkasını dönmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı Jason. Ronald gidiyordu. İkisi de tek kelime etmediler. Ronald yavaşça yürüyerek uzaklaştı, Jason ise yalnızca izledi.
Artık kimse kalmamıştı. Herkes ya ölmüş, ya da delirmişti. Bu çok büyük bir sorun değildi aslında... Hâlâ müzik vardı. Jason istediği gibi şarkı söyleyebilirdi. İstediği gibi piyano çalabilirdi. Evet, piyano çalmak istiyordu. Tüm nefretini, sinirini notalara dökmek istiyordu. Bunu acı çektirmek için yapacaktı, bunu acı çekmek için yapacaktı. Piyanonun ne hissettiğini anlayabilirdi. Piyanonun gözlerinden görebilirdi. Herşeyi piyanoya bırakmak... Kontrolünü, notaları, acıları... Bunu yapmak istiyordu. Bu kez kendi duygularıyla değil, piyanonun duygularıyla çalacaktı. Notaların kendini yavaş yavaş öldürmesine izin verecekti. Piyano, intikamını alacaktı sonunda... Herkesin hayatı kana bulanacaktı...

Hiç yorum yok: