21 Mayıs 2010 Cuma

Mum Işığında Verdik Son Nefesimizi

Bana bakıp gülümsedin senin için endişelendiğimi söylediğimde... Sen kendine bakabilirdin, korunmaya muhtaçtım bense. Ama güç belirlemiyordu kimin yalnız olduğunu, kimin yalnız oturduğunu o masada...  Kimin eve her gelişinde aynı karanlık odayla karşılaştığını...

Eskiden alışkanlıktı tabi, hep mum yakardın yemek masasında. Küçük ama gösterişli bir masa, iki sandalye; biri boş. Bir tek süslü tabak, parlak çatal bıçaklar; kaşıktan nefret ederdin... İki şarap kadehi, ikisi de dolu; biri gecenin sonunda biter, diğeri mumla birlikte karanlığa gömülürdü... Gelirdim bazen o kadeh de bitsin , ıslak gözlerle izleme boş sandalyeyi diye.

Sonra da salonun öbür ucuna geçerdik hep, sen bana şarkı söyletirdin. Utanırdım,  dinlemezdin. Anında yumuşatırdı beni o durgunluğun, dayanamazdım söylerdim hangi şarkıyı istiyorsan. İkimiz de istemezdik şarkının bitmesini; sessizlik ikimizi de korkuturdu çünkü.

Hep yanlış yerdeydim ben yanlış zamanda... Ama bunun cezasını sen çekerdin... Nefret ederdim aynaya baktığımda ruhumdan. Hiçbir zaman beni sevdiğin kadar sevemeyecektim seni, işte o yüzden nefret ederdim. Bilirdim senin de ağladığını her gece; sevilemeyecek kadar kötü olduğun için... Beyaz değildin, hiçbir zaman bembeyaz olmadın. Hiçbir zaman temiz olmadın, masum olmadın... Ama ben görmüyordum siyahlarını, çünkü her şeye rağmen sen sendin, ben de ben... Seviyordum seni , senin beni sevdiğin kadar değil ama seviyordum işte...

"Kandır beni!" diyordum. "Yalan söyle ki inanayım masum olduğuna... Siyaha boya ki gözlerimi, görmeyeyim senin siyahını..."

Boyadın en sonunda... Mum ışığında.

Hiç yorum yok: