21 Mayıs 2010 Cuma

Ölümün Marşı

Güneş doğuyor bir yerlerde... Ve sıra bana da gelecek. Ve sıra bize de gelecek.

Rüzgarın saçlarımı sürüklemesi oraya buraya; hayatımda hiç tatmadığım kadar güzel bir şey.... Artık biliyorum. Özgürüm. Özgürüz. Bağırıyorum sana, duymuyor musun? Yüzüne haykırıyorum! Özgürüz!

Dün gibi hatırlıyorum... Saçındaki beyazlar esir almış seni, ama mutlusun... Gülümsüyorsun hâlâ, bana bakıp "Her şey iyi olacak..." diyebiliyorsun. "Götüreceğim seni buralardan."

Güneş doğuyor, yeni bir tel daha kar kadar beyaz... Rüzgar bizi umutlandırıyor adeta. Bizi savaşa yollayan bir büyük gibi. Haykırıyor yüzümüze. "Git!.. GİT VE KAZAN!" Kazanmadan dönmeyeceğimize söz veriyoruz biz de, önceki savaşlardan ne kadar yara aldığımızı unutarak... Güveniyoruz, kendimize değil ama birbirimize. Rüzgara güveniyoruz en azından; bizi iteceğine savaşın içine... Bize denizin getirdiği o coşkulu marşlara güveniyoruz bir çocuğun saflığıyla.

Güneşe güveniyoruz, nasılsa doğar diye... Doğmuyor. Ellerimizin arasından kayıp gidiyor son ışık da... Yaralarımızı göremez oluyoruz karanlıkta. Arkama bakıyorum. "Dön önünü!" diyorsun. "Geçmişi bırak! Seninle gelemez o!"
Artık biliyorum benimle gelemeyeceğini ... Çok geç olduğunu bazen... Geçmişin arkanda acı acı gülümserken önünü dönüp gitmenin ne kadar zor olduğunu... Artık biliyorum, savaşın neleri aldığnı bizden. Denizin marşının aslında dalgalarla sürüklenen ölümün çığlıkları olduğunu... Artık biliyorum.

2 yorum:

Angelina dedi ki...

ya... neden böyle yazmak zorundasın?... neden yazıların her zaman böyle.... böyle... iyi ama kötü hissettiriyor ki?
(bu iyi bir şey .D)
üf... neyse, boşver...

Rider dedi ki...

Hahaa! Sana kendini kötü hissettirebildiysem görevimi yapmışımdır angelina!! xD