11 Ağustos 2010 Çarşamba

Camdan Saçlar

Buz gibi aynaya çarpan camdan saçlarının sesinde huzur bulmaya çalıştı Nora. İçine girip tüm arzularında yankılanarak büyüyen o tik taklardan kaçabilmekti tek istediği. Gözlerini yumup o şarkıyı yeniden canlandırdı kulaklarında. Melodiyi unutmaya başlamıştı bile... Ve onu yine dinleyemezse bir sabah şarkıyla ilgili hiçbir şey hatırlamıyor olacaktı. Güneş sessiz doğacaktı yine, hiç umut olmayacaktı. 

Hızla arkasını dönüp aynadaki yansımasıyla yüz yüze geldi. Kimdi o? Nora kimdi gerçekte?  Ruhunun en kuytu köşelerinde, karanlığa gizlenen bir yabancı mı?

Sertçe omuzlarına düşen camdan saçlarının uçları tuzla buz oldu. Gözlerinde birikti yaşlar, akması için saatin bir kez daha "tık"lamasını beklerken yeni yaşların gelişini hissetti içinde. Başını göğe çevirdi. İçinde bulunduğu saatin sınırları vardı yalnızca... Ne bulutlar, ne yıldızlar... Hiçbiri yoktu onun dünyasında. Yalnızca saatin aynadan soğuk yüzeyi, kocaman sayıları ve görünmez duvarlardan labirentler... Neden o duvarları yıkamıyordu, neden bu aynaları kıramıyordu? Neden bir tek o hapsolmuştu bu kocaman saatin içine?.. Neden o şarkıyı unutuyordu her tik takta, o şarkı ondan niye kaçmasını istiyordu?

İçini  pırıl pırıl, ışıldayan bir cesaretle doldurdu yeni bir hayal. Yeni bir umut doğmuştu bu yeni saniyeyle... Yeni renkler belirmişti göz kapaklarının altında. Saçlarının teker teker kırılışını duymazdan gelip koştu ilk gördüğü yere doğru... Koştu, koştu, koştu... Görünmez duvarlar, görünmez acılardı onun için. Durmadı, yine de koştu... Hiçbirine aldırmadan... Saçları da gücüyle birlikte paramparça oldu içindeki fırtınada. Yine de kelebekleri görmenin umuduyla şarkıyı mırıldandı durdu. Yine gri karmaşanın içini ısıtmasını düşünerek uyudu her gece... Kendi kendisiyle kavga etti... Kendi kendiyle savaştı her sabah. Gitmemek için direndi siyah ağır botları. O da tüm siyahları geride bırakıp rengarenk bir sayfa açtı kendine.

Boyası akmış rakamları da geçti son gücüyle. Asırlar gibi gelen kaçış... Ve sonunda yalnızca bir ayna. Sonunda yalnızca Nora. Hiçlik... Hayal kırıklığı.
Çığlıklarını bastıracak tek şey, zamanın ağırlığıydı. Ve bastırdı da...Orda bir yerlerde, saatin dışındaki koyu zamanın uğultusu bedenini doldurdu. Çok yakındı... Dokunabileceği kadar hem de. 
Ama öfke ondan da yakındı, tam içindeydi. Sinirle haykırdı karşısındaki kıza, Nora'ya... "Nerde!? Lanet olası şarkı, lanet olası çıkış nerde!?!" 
Sesi bir tokat gibi ona geri çarptı. Acıyla inleyip aynaya dayanarak yere oturdu.Siyah defteri açıp baktı; sadece tek bir sayfa kalmıştı kaderini yazmak için. Bu kadar kolay bitmeyecekti. Pes etmeyecekti. Sessiz hıçkırıklarıyla, öfkesiyle, umuduyla, herşeyiyle vurdu o aynaya. Titreşim saatin tüm yüzeyini sallarken bekledi... Sonra bir anlık sessizlik. Karşısındaki Nora büyük bir gürültüyle binlerce parçaya bölünüp havada uçuştu. Parçalar üstlerine binen zamanın ağırlıya aşağı çökerken Nora'nın kulaklarını binlerce kristal doldurdu. O şarkı... Adımını zamansızlığın dışına attı hafif bir heyecanla. Havadaki tüm kristalleri takip ederek altın rengi dört duvarla çevrili odaya ulaştı. Şarkı ordaydı... Parlak piyanonun hemen yanında, Nora'nın gözleriyle göz göze gelen gözlerin içinde... Ilık bir rüzgar odayı dolduran sıcacık tebessümlere eşlik etti. Yıldızlar da ordaydı bulutlarla birlikte... Yeni umutları selamladı sallanan ağaç dalları. Turuncu yapraklar Nora'nın yeni simsiyah saçlarının dansına uyum sağlamaya çalışırken bir gece daha bitti. Güneş şarkısını söylemeye başlayınca açan çiçekler veda etti kocaman saate... 

Hiç yorum yok: