19 Ağustos 2010 Perşembe

Gökkuşağının Altında

Güneş doğarken gözlerini açtın yine... Yine dağılmış çarşafa baktın anlamsızca. Koyu yeşil, ağır perdeler ışıkla savaşıyordu adeta, içeriyi o parlak gökyüzüne rağmen uyumak için yeterince karanlık yapıyorlardı. Kalkmaya mecalin kalmamıştı dünkü tüm o yorucu işlerden sonra... İki dakika fazladan uyuyabilirdin. Nasılsa kimse fark etmezdi gidip çay almadığını, eski sehpaya yeni bir boş bardak eklenmediğini... Hayalindeki köpeği almadığına şükrettin bir an için, yoksa şimdi kalkıp onu gezdirmen gerekecekti. Hayalindeki o minik kulübeyi almadığına şükrettin, içeri sızan kuş sesleri uyumanı engelleyecekti... Hep hayalini kurduğun, sana gerçek olanı gösteren o aynayı almadığına şükrettin... Yoksa... Aldın mı onu?.. Baş ucunda, solgun yüzünü gösteren boş çay bardaklarından biri miydi o ayna? Hayatın kirlettiği yüzünü görmek istemiyordun belki... Bilmiyorum. Başını çevirdin. Kalın yorganı boynuna kadar çekip gözlerini yumdun yine tüm gerçeklere... Hepsini simsiyah bulutların arasına sakladın, bulamayacağın bir yere... Daha da derine ittin kendini sonsuz yatakta, her şeyden uzaklaştın. Bakakaldım... O köpek, o kulübe, o ince yorgan... Hepsi hayalindeki uzun saçlı kızın olmuştu...
Peki ya sen?.. Sen o uzun saçlı kız olabilmiş miydin?..
Sıcacık bir yıldız yağmurunun altında, dolunaya bakarken... Ürperdim ben. Geleceği düşünmeyi bırakıp bir yudum daha aldım çayımdan...

Hiç yorum yok: