7 Ağustos 2010 Cumartesi

Papatya

Kimse duyamaz senin çığlıklarını...
Bir kız vardır orda, eski binalarla konuşur. Sabahın ilk ışıkları uyandırır gözlerinin parıltısını. O, görmemesi gerekenleri görür, duymaması gerekenleri duyar.
Yine de... Kimse duyamaz senin çığlıklarını. O kız bile.
Bembeyaz bir kedi vardır eski binanın yanında. Siyah çizmelerin müziğine dalar, uyur gider... Uykusunda bile hisseder o müzikte saklı duyguları. 
O kedi bile duyamaz senin çığlıklarını.
Bir kadın yürür boş sokakta. Saçından akar şarap; siyah çizmelerini ıslatır. Dünya o çizmelerin altında ağlar istese... Çok basittir her şey. Kulaklarını tıkar, kendi içinde kaybolup gider tüm dertleri geride bırakarak... Yolun sonuna ışık tutar, görür orda yatan minik kızı. Duyar tüm yakarışlarını.
Ama duyamaz senin çığlıklarını...
Yine biri uyanır buz gibi rüyalardan. Yatağında doğrulur, minicik ellerine bakar. Minicik, bomboş ellerine... Duyamaz ona seslenenleri, onu davet edenleri yeni güne... O yalnızca artık olmayan yıldızları dinler. Onların sessizliğinde kaybolur gider... Sessizlik fısıldar ona çığlıklarını. Yine de duyamaz o seni; duymaz. Dayanamaz her sabah yıldızlarla eriyip gitmene. Kendini daha derine iter fark etmeden. Ne yapar ne eder duymaz işte, hem de duymayı bu kadar istediği halde.
Tüm o saklı hayallerin arasında... kimse duyamaz senin çığlıklarını.

Hiç yorum yok: