6 Ağustos 2010 Cuma

Siyah beyaz yollar...

Kör yol arkadaşım diğer tüm insanları taklit edercesine o yağmurlu gecede en parlak lambanın altına oturuyor. Yanına gidiyorum. Onu izlemek güzel, bana kendimi huzurlu hissettiriyor.
Hiç düşünmeden aklımdakileri dudaklarımda kaydırıyorum."Karanlık mı?" 
Birden bana dönüyor."Ne?" 
Bir süre öylece duruyoruz. Belki de sormakla hata ettim.
"Dedim ki... Dünyayı nasıl görüyorsun? Karanlık mı?"
Soruma şaşırmış görünüyor. 
"Bunu nereden bilebilirim ki?" 
"Ben ne gördüğümü biliyorsam... Sen de biliyorsundur." 
"Hayır bilmiyorum. Zaten bu yüzden körüm."
"Kafam karıştı... Ne demeye çalışıyorsun?"
"Demeye çalıştığım.... Belki de ikimiz de karanlığı görüyoruz. Ama ben gördüğüm şeyin karanlık olduğunu bilmiyorum, çünkü hiç ışığı görmedim." Bir süre durup anlayıp anlamadığımı düşünüyor. Anlamadığımın farkında. "Işığı görmeden karanlığı ayırt edemezsin."
Mantıklı... "Tıpkı uyumadan uyanamayacağımız gibi." diye mırıldanıyorum.

...

Şiirler her zamanki gibi en karanlık harflerle yazılmış. Anlamıyorum.
"Neden? Neden herkes minik sinekler gibi ışığın altına üşüşürken kimse bizim kendilerine acıyarak bakmamızı anlamıyor?"

"Çünkü biz de anlamıyoruz." diye araya giriyorum düşüncesizce. Herkesin başı bana dönüyor. Söyleyecek yeterince süslü hiçbir şeyim yok... Harika.

"Anlamıyor muyuz? Doğru mu duydum?" diyor siyah saçlı adamlardan birisi -burdaki herkes siyah saçlı. Korkmalı mıyım bilmiyorum. "Onlar evlerinde mutluluk ve başarı hayalleri kuruyor, karanlığı yok sayıyorken anlamayan kim sence?"

Bu soruya vereceğim cevabın tüm bu siyah saçlıların hoşuna gitmeyeceğinin farkındayım ama sözcükler ağzımdan dökülmeye başladı bile... "Ne yani? Siz karanlığın ne olduğunu bile bilmeden gözlerinizi tüm ışıklara yummuşken herşeyi anladığınızı mı düşünüyorsunuz?"


Dar alanda yankılanan minik fısıltılara bakılırsa işler kötüye gidiyor. 
"Işığa gözlerimizi yummuşsak, gördüğümüz şey karanlığın ta kendisidir." diye yanıtlıyor başka bir adam. Ayağa kalkıyorum. Şimdi gerçekten söyleyecek bir şeylerim var. 


"Işığı görmeden karanlığı ayırt edemezsiniz."
"Işığı görmemek mi!? Bize ışığı göstermediklerini mi sanıyorsun?"
"Gösterdiler, biliyorum. O koyunlar hepinizin gözüne en parlak ışıklarını tuttu. Oysa hiçbirinizin farkında olmadığınız belli..." Bir süre çevremde bana bakan herkese teker teker bakıyorum. Odadaki merak, heyecan ve öfkenin hissedilmemesi imkansız. Bir an tüm bu duyguların beni ele geçireceğini hissediyorum ama öyle bir şey olmayacak. Ben farklıyım. "Uzun süre güneşe bakarsanız kör olursunuz." Derin bir nefes alıp soruyorum. "Peki... Işığı gördüğünüze hâlâ emin misiniz?"
Fısıltılar yine yükseliyor. Cevabın gelmeyeceğini biliyorum. Onları kendileriyle yalnız bırakarak dışarı çıkıyorum. Şimdi herkes ait olduğu yerde. Ama yine de... Ağlamak istiyorum. Nedenini bilmiyorum. Yağmur damlaları göz yaşlarımı besliyor. 
Ait olduğum yerde, ait olduğum şekildeyim... Islak ve yalnız. Sonsuza uzanan bir yolda... 

Hiç yorum yok: